2.10.12

Dedem, dayım, Neşet Ertaş...

Dedem iki hafta önce öldü. Neşet Ertaş'ı sever miydi bilmediğim  dedem. Dedemi müzik dinlerken görmedim ki hiç... Dedem kitap okurdu, namaz kılardı, ağaç budardı, haber seyrederdi. Ne dinlerdi bilmezdim. Bize "mama" getirirdi, derslerde aldığımız notlarla ilgilenirdi. Ne hissederdi bilmezdim. Hatırlamayacağı kadar küçük yaşta annesini kaybetmiş. Sonra tek öz kardeşini kaybetmiş. On beş yaşında anneannemle evlenmiş dedem. Okumayı yazmayı kendi kendine öğrenmiş, askerde öğretmenlik yapmış. Ağabeyi ilkokuldan mezun olduğu gün gölette yüzmeye gidip boğularak öldü diye okula göndermedikleri için kendi kendine öğrenmiş okumayı. Küçükken yaşadığımız kasabada öğrenciler dönem ödevleri için kaynak bulmaya önce bizim evdeki kitaplığa, eğer bizde yeterince kaynak bulamazlarsa dedemin kitaplığına giderlerdi.   
Dokuz çocuğu vardı, hepsi yetiştiği zamanın koşullarına göre "okumuş"tu. Dedemin bir defa çocuklarının öğretmen olması ile övünen bir adama kızıp "bizim ailede de en az okuyan öğretmen oluyor" dediğini duymuştum. Zeki, algısı açık adamdı vesselam. Ama ne çocuklarıyla ne kendisiyle övünürdü... 
Koca kafalılık bana dedemden yadigar. Keza kısa, yuvarlak burnum...
Ailede dedem kadar koca kafalı olan bir de dayım vardı. Dedeme çok benzeyen ama onun sarışın olanı.  Geniş omuzları ile olduğundan daha uzun boylu görünen... Onu üç sene önce vurularak kaybettiğimizi buralara bir yerlere yazmıştım. Dedemin dokuz çocuğundan sekizincisi. Dayım benden yalnızca dokuz yaş büyüktü. Aileden ilk onunla içki içmiştim, ilk onun yanında sigara içmiştim, ilk onunla dertleşmiştim. Dedemin oğlu, annemin kardeşi, ama her şeyden önce benim dayımdı. İlkokuldayken, annem babam çalıştıkları için evde değilken benimle kalırdı. Ergendi, çocuktum benimle eğlenirdi. 
Sonra büyüdüm. 
Bir gün dayımın İzmir'deki evinde yengem, çocukları uyumuş ikimiz içerken, ben o zaman Neşet Ertaş'ı babamla iken birkaç kez dinlemiş ve sevmemişken, Neşet Ertaş'tan "Ahu Gözlerini Sevdiğim Dilber"i, "Evvelim Sen Oldun Ahirim Sensin"i, "Acem Kızı"nı dinletti bana. "Yeğenim Allah aşkına şu sözlere bak" dedi. 
Güzel "yeğenim" derdi.
Sonra bağlamasını aldı eline "Ben Melamet Hırkasını Kendim Giydim Eynime"yi söyledi.   
Sonra itin biri  boktan bir saikle dayımı vurdu.
Dayım öldü.
Dedem hiç eskisi gibi gülmedi. 
Sonra dedem öldü.
Sonra Neşet Ertaş öldü.
Sonra Neşet Ertaş dinledim.
Ağladım. 
Hangisine ağladığımı bilemedim.


8.12.10

Canlı canlı (2)*

- Che Guevera bana doktor ismi gibi geliyor. 

- İlahiyat islami bi şey... 

- "Oku" vahiyini Hz. Muhammed'e Cebrail getirdi. 

- Cebrail iyi melektir. 



*Yine malum
yarışma

23.11.10

Dilin Belirsizliği (vol.2)

Şirket avukatı/işveren vekili sıfatıma rağmen alt işveren (nam-ı diğer taşeron) işçilerinin tazminatlarını almalarında gösterdiğim üstün başarıdan dolayı kendimi tebrik ediyorum.

a- "Üstün başarı"dan kasıt dava açılmasına fırsat vermeden tazminatların ödenmesinin sağlanması mıdır?  
b- Yoksa açılmış olan davanın aleyhe sonuçlanmasından mı bahsedilmektedir?
c- İşveren bu durumdan kârlı mı zararlı mı çıkmıştır?
d- Ya avukat?
e- Amaca ulaşmak için her yol mübah mıdır?
g- Doğrusu mubah mı yoksa mübah mıdır?


"Hukukçu İzleyici" akıllı işareti var mıydı aceba?

27.10.10

Dilin Belirsizliği (vol.1)

Tutunamayanları okuma zamanının gelmiş olmasından korkuyorum.

a- Tutunamayanları okuma zamanı geldi, ben bunu biliyorum ve bu mu beni korkutuyor?
b- O günün gelip gelmediğini bilmiyorum ve gelmiş olması ihtimali mi beni korkutuyor?
c- Tutunamayanları benim okumamın mı zamanı gelmiş olabilir?
d- Tutunamayanları senin okumanın mı zamanı geldi acaba?
e- Ya onun Tutunamayanlar okumasının zamanı geldiyse?
f- Herkesin Tutunamayanları okumasının mı zamanı geldi yoksa?
g- Hepsi olabilir mi lan?!
ğ - İyi de ben niye korkuyorum? (kontekstüel seçenek)
Should I stay or should I go?

"You should have gone" dedi.
"O kararı verememenin sancısıyla ortalığı yıkıp dağıtıyorsun" dedi diğeri.
"Bir şey olacak ve karar vereceksin, karar vermek için uğraşma” diyense bir başkasıydı...

Peki sen ne dedin?

Fonda- yine- Annihilation...

-

Külli-Cüzi İrade

"Dışarıdakini etkileyemiyorsun, bari içine yağdırma yağmuru Karaca" dedi. Arabesk miydi neydi! Ama iyi geldi...

Peki o ne dedi?

Fonda gökgürlemesi...

-

Yalan

"Hepsinde aradığım sendin" dedi. Daha önce de bir başkasına söylemişti.

Peki ben ne dedim?

Fonda -hâlâ- gökgürlemesi...

-

Tesadüf/Tevafuk/Tevekkül

Tam otuz bir yıl önce bugün çekilmiş bir fotoğraftaki gülen yüze bakıp ağlarken ben, "büyüdün mü" dedi.

Canım sağolsun dedim.


Bu sefer fonda yağmur sesi...

26.10.10

Canlı canlı

Show Tvde bir yarışma başlamış. Bir çift avukat da yarışmacı olmuş. Sözde bilgi yarışması. İki gündür sinirlene sinirlene izliyorum.
Özet geçeyim...
Alcapone'u Suç ve Ceza'daki ana karakter sanıyorlar. Ceza Hukuku hocaları okuyun demiş, bunlar okumamış o yüzden pişmanlık duyuyorlar. Okusalar adamın niçün hapse girdiğini bilip 1 trilyon kazanacaklar çünkü...
Çin'in 2. Dünya Savaşına katılıp katılmadığını sorguluyorlar. Hatta "Kore şehitleri 2. Dünya Savaşında değil miydi?" sorusuyla beni benden alıyorlar. Ben de avukat oldukları için izzetinefsin ne demek olduğunu bilmelerini bekliyorum. Oysa "ilanihaye"yi "ilahinaye" diye okuyorlar!

20.7.10

...

Hüzünlü Azeri akşamı olsun...

"Es deli rüzgar bu günü götür,
O biten ömrü yeniden getir..."


Gel Ey Seher

Getme gel

19.7.10

deneme. azıcık karışık. ruh halim gibi. biraz idare edin.

Masumiyet Karinesi

"...

'Cehalet hiçbir şey bilmemek ve iyinin cazibesine kapılmaktır. Masumiyetse her şeyi bilmek ve yine de iyinin cazibesine kapılmaktır.'
...
Masum (innocent) sözcüğü genellikle hiçbir şey bilmeyen birini, bir budalayı anlatmak için kullanılır. Ama sözcüğün kökleri incinmeden ya da yaralanmadan uzak olmayı ifade eder. İspanyolca'daki inocente sözcüğünden, bir başkasına zarar vermemeye çalışan, ama kendine gelen herhangi bir incinmeyi ya da zararı da iyileştirebilen biri anlaşılır.
...
Masum olmak meselenin ne olduğunu açıkça görebilmek ve onu onarabilmek demektir. Bunlar, masumiyetin arkasındaki güçlü fikirlerdir. Yalnızca başkalarına ya da kendine zarar vermekten kaçınmaya dair bir tutum değil, kendini (ve başkalarını) onarma ve yeniden kurma yeteneği olarak da değerlendirilir. Bunun üzerinde düşünün. Sevginin bütün döngüleri için ne büyük bir lütuftur bu!
...
Seven bu kişi, ihtiyatın uykusu yerine, bilgeliğin uykusunu uyur.
...
Tehlike yakınken gerçek bir ihtiyatlılık vardır ve daha önce yaralanmış olmaktan kaynaklanan yersiz bir ihtiyatlılık söz konusudur. Bu ikincisi, hem kadın hem de erkeklerin, içtenlikten ve özenden hoşlanacaklarını hissetseler bile alıngan ve ilgisiz davranmalarına neden olur. 'Aldatılmaktan' ya da 'tuzağa düşmekten' korkan kişiler -ya da durmadan 'özgür olma' isteklerini bağırıp çağırarak dile getirenler- altının parmaklarının arasından kayıp gitmesine izin verenlerdir.

Bir erkeğin ona tutkuyla bağlı 'iyi bir kadın'a sahip olduğunu, kendisinin de onu sevdiğini söylediğine pek çok kez şahit olduysam da, bu erkeklerin onun hakkında gerçekten ne hissettiklerini görecek kadar kendilerini 'bırakamadıklarını' da gördüm. Böyle bir kişi için dönüm noktası '...sa bile' sevmeye kendini bıraktığı zamandır... sancıları olsa bile, sinirli olsa bile, daha önce yaralanmış olsa bile, bilinmeyenden korksa bile...

..."


Kurtlarla Koşan Kadınlar - Clarissa P. Estés
Ayrıntı Yayınları

2.7.10

Compromise

"uzlaşma", ,"uyuşma" ve "taviz" diyor sözlükte. "ödün vererek anlaşmaya varma" diyor bir altta da...
Tavizsiz uzlaşma olmaz mı yani?

16.6.10

Huzur (2)

İş yerinde, iş saatinde, bu sıcakta serin bir odada, müphemlik-muğlaklık üzerine bir makale okumak,
Cuma günü işten kaçıp Ankara'da sevgilinin konuşmasının dinleneceğini bilmek,
Ve "ve"den önce virgül koymak...

Skati bazı anlardan da bu ana ışınla pls!

19.5.10

Bir şey söyleyeyim diye bekliyorsun. En azından bir şey söyleyip söylemediğimi merak ediyorsun.
Söyleyeyim:
Sen Gamsız, Yalnız ve Duygusuz.
Bense Mutsuz, Sabırlı ve Kırgın.

21.4.10

Tecavüz dayanışması

"Telefondaki ses, günlerdir Siirt’te büyük bir skandalın yaşandığını anlatıyor. İlköğretim öğrencisi H.T. (14), geçen yıl okulu bırakan ablası S.T. (16) ile birlikte kendilerine tecavüz eden onlarca erkeği şikayet etmişti. Kız kardeşlerin maruz kaldığı bu durum, iki yıldır devam ediyordu. Sonunda bu olay 10 Nisan’da yargıya taşınmıştı. 100 erkek sorgulanmış, 16’sı tutuklanmış, 25’i gözaltındaydı. Yaşları 14-70 arasında değişen 100 erkeğin arasında kimler yoktu ki: Okulun müdür yardımcısı, kızların sınıf arkadaşları, Siirt’in tanınmış ailelerine mensup esnaf, hacı dedeler, bir asker, bir polis... Aradan 10 gün geçmişti, şehirden tek satır bir haber dahi sızmamıştı. "


Haberin tamamı için: Bir şehrin tecavüz dayanışması

16.4.10

öfff pöffff...

sevgili günlük,
bir önceki yazıyı unut.
bok ettim.
istifa etmek istiyorum.
akşam olsa da zıbarana kadar içsem...

11.4.10

Bursa, Şirin Baba ve Oza'ya...

Oza'nın yazdıkları 31.01.2009 tarihinden beri yaşadıklarımı düşündürdü...
31.01.2009 günü sabah 9'da bagajımı yükleyip geldim hiç bilmediğim bu şehre. İnsanları, mekânları, yolları yabancı/tuhaf bu şehre... Kendimi gerçekleştirmek için gözümü karartıp Ankara'mı, Doli'mi ve diğer arkadaşlarımı, ailemi bırakıp geldim. İlk üç ay ziyadesiyle boktan bir işte çalıştım. Kendimi gerçekleştirmek bir yana kendimden nefret etme aşamasına geldim. Yeni bir tanesini bulmadan işi bıraktım. Şansım yaver gitti 20 gün sonra yeni ve iyi bir iş buldum. İyi bir iş derken, öyle çok para veren bir yer değil... Sorumluluk almadığım bir iş hiç değil. Hayatımda yüzleşmediğim kadar büyük sorumluluğu ilk bir ayda sırtlanmak durumunda kaldım. Ama -yine- şansım yaver gitti, elime yüzüme bulaştırmadım. Hâlâ aynı yerde çalışıyorum, sorumluluklarım giderek artıyor. Hâlâ şanslıyım, elime yüzüme bulaştırmadım.
Bu arada yüksek lisansa başladım. Bir şekilde onu da -henüz- elime yüzüme bulaştırmadım.
Şansımın bir süre daha yaver gitmesini ve istediğim tezi yazmayı umuyorum.

Bu süre boyunca defalarca bu şehrin insanlarından nefret ettim. Büyümeme neden olan bu şehirden sıklıkla kaçıp gitmek istedim. Sıcak yuvama, Ankara'ma, aileme, Doli'me dönmek istedim. Buraya alışıp alışmadığımı her sorana terslendim. Nesine alışacaktım ki bu boktan yerin!

Sevgilime, İstanbul'a değil de buraya taşınmama vesile olduğu için, öfkelendim. Onu, hayatımı karartmakla bile itham ettim.

Kendime acıma yeteneğim gelişmiş olduğundan bunların hiçbirini yapmakta zorlanmadım.

Bugün, burada hayatımda hiç olmadığım kadar yalnız olsam da, şükrediyorum.

Bana cömert davrandığı, azimli olduğumu, sorumluluk alabileceğimi, zaman zaman şanslı olduğumu bana gösterdiği için Bursa'ya bir teşekkür borçluyum.

Her istediğimin istediğim anda olmayacağını, "hem.. hem de"nin reel dünyada olmadığını, benim kurgum dışında bir meta-kurgu olduğunu, kimi zaman ona boyun eğmem gerektiğini, gerekeni yapıp sonra oluruna bırakmam gerektiğini gösterdiği için Şirin Baba'ya teşekkür borçluyum.

Bütün bunları düşünmeme vesile olduğu için Oza'ya teşekkür borçluyum.

Ankara mı? İstediğim her zaman bana kucak açacak yuvam... Kim bilir...

7.4.10

Huzur

Hafta içi, yağmurlu havada, çamaşır makinesi sesi ve sütlü kahve eşliğinde ödev yapmak...

Sıkati her andan bu ana ışınla pls!