30.3.10

"Gulliver'in Gezileri"nde hukuk...

Kitabın ilk kısmında Gulliver Lilliput'a (çocukken cüceler ülkesi sandığımız yer) gider. Lilliput yasalarına göre dolandırıcılık hırsızlıktan daha büyük bir suçtur çünkü; "dikkat, uyanıklık, biraz da zeka bir adamın malını mülkünü hırsızlardan koruyabilir ancak dürüstlük, kendini hiçbir zaman düzenbazlığa karşı koruyamaz."
Güveni kötüye kullanma dolandırılığı ağırlaştırıcı nedendir; ondan daha az cezayı gerektiren bir suç değil...
Lilliput'ta cezalandırmadan ziyade ödüllendirme yasalara uymayı sağlamaya yönelik bir araç olarak kullanılmaktadır. Kişi 73 ay boyunca yasalara uyduğunu ispatlarsa "yasal" (snilpall) unvanını alır ve ödüllendirilir. Adalet simgesinin de önde, arkada ve yanlarda gözleri; sağ elinde ağzı açık, altın dolu bir torba, sol elinde kınının içinde bir kılıç vardır. BU, cezlandırmadan ziyade ödüllendirme amacını temsil eder.
Devlet, insanlar için gerekli olduğundan devlet görevlilerinin ortalama zekâ sahibi olması yeterlidir ancak ahlâk sahibi olması gerekir. Doğruluk, adalet, ölçülülük erdemlerine sahip olmak kişinin elindedir ve bu erdemlerin uygulanması tecrübe ve iyiniyetle desteklendiğinde kural olarak herkes devlet hizmeti için elverişli olacaktır. Oysa yüksek zihin yetenekleri ahlâk yoksunluğunu hiçbir zaman telafi etmez.
"Erdemli birinin bilgisizlikten dolayı düşeceği hatalar; kötü olmaya eğilimli ve ahlâki çöküntüsünü kullanma, çoğaltma ve savunma konusunda usta birinin yaptıklarının yanında, halkın refahı üzerinde doğuracağı ölümcül sonuçlardan daha kötü olamaz."
Nankörlüğün cezası idamdır çünkü nankör kişi insanlığın ortak düşmanıdır. Kendisine iyiliği dokunmuş bir insana kötülük eden insan, kendisine bir faydası olmayan insanlara ne kötülükler yapmaz ki...
Sanığın suçlu olduğuna ikna olunması cezalandırılması için yeterlidir; yasaya harfiyen uyularak resmî kanıtlar bulunmasına gerek yoktur. (Bu kısım sanki Türkiye'deki uygulamaya benziyor.)

Lilliput yasalarında ahlâk, adil olmak, ölçülülük gibi değerlerin (irrasyonel unsurların) yüceltildiğini görürüz. Gulliver'imiz burada, bu sevimli yaratıklarla da mutludur. Ama Kralın yandaşlarınca dolduruşa getirilmesi sonucu ülkeden ayrılmak zorunda kalır.

Gulliver'in gittiği diğer yerlerde hukukla ilgili pek bir yoruma rastlamıyoruz.

Kitabın son bölümünde, at suretindeki yaratıkların akıllı, rasyonel ve nedensel olarak ahlâklı olduğu Houyhnhnmlar ülkesinde insan suretinde akılsız, dolayısıyla ahlâksız yaratıklar vardır. Houyhnhnmlar ülkesi Gulliver'in yaşadığı sürece gerçekten mutlu olduğu ama ayrılmak zorunda kaldığı tek ülkedir. Houyhnhnmların efendisi Gulliver'den İngiliz hukuku ile ilgili bilgi vermesini ister ve yürürlükteki hukuku kimlerin uyguladığını sorar. Ona göre; doğa ve akıl, insanlar gibi akıllı olduğunu sanan hayvanlar için neyin yapılıp neden kaçınılacağını göstermede yeterince kılavuzluk etmektedir.

Burada hukuk kuralları ve diğer bütün normlar rasyonel olmaklığıyla yüceltilir.

Üşengeçliğimden daha derin analizler yapamadım. Yetişkinken bir kez daha okunması gerektiğini söylemekle yetineyim.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

yeni anayasamızı swift yapsın.

sibel danende dedi ki...

clarissa estes’in “masumiyet karinesi”, “bilgelik uykusu” ve “yaralayan gereksiz ihtiyatlılık” “incitmeyen ve incinmeden uzak olan masumiyet” prensipleri ile “Lilliput nankörlük yasası” ışığında, ayrıca tüm verilerin kesin ve doğru olduğunu varsayarak, aşağıda verilen case’ı değerlendiriniz”,

“gerçek insani olay karmaşıklarını” gözeten yasal bir model öneriniz:


1)kişi 1 yıldır bir başkasının evinde kalmaktadır. evinde kaldığı kişi onu sevmektedir. Her İkisi de kırklı yaşlarını sürmektedir. kişi çalışmamaktadır.
2)kişi evinde kaldığı kişiye taze portakal suyu sıkabilmek için her sabah hilafsız 1 km. yürümektedir. portakalları evinde kaldığı kişinin parasıyla satın almaktadır.
3) kişi evinde kaldığı kişiye yük olmamak için toplu taşıma aracı dahi kullanmamakta, devamlı yağmur çamur demeden ve az yiyecekle hababam yürümektedir.hatta evinde kaldığı kişi birazcık tasarruf edebilsin diye her şeyi en indirimli pazar yerlerinden almakta enerjisinin bir bölümünü seve seve bu pazarlıklara ayırmaktadır. bazen tanıdıklarından birkaç kuruş borç alıp akşam yemeğini ayarladığı bile olmaktadır. kişi akşam yemeklerini evinde kaldığı kişiyle yemeyi sever. kişi evinde kaldığı kişiye iş aradığını söylemektedir. kişi iş aramamaktadır.
4)kişi evinde kaldığı kişiyi sevmektedir. Evinde kaldığı kişiye, onun yazdıklarını okumak, fikirlerini ve anlattığı öyküleri dinlemek dışında(ki bunlara açıkça “laf salatası”, “edebi palavra” filan demektedir) her türlü günlük özeni ve şefkati göstermektedir, sık sık kendi kendine şöyle söylemektedir: "evinde kalabileceğim bir kişiyi hem de sevdiğim için çok şanslıyım"
5)kişi evinde kaldığı kişinin kendisine verdiği tüm armağanları sevinerek kabul etmektedir. tek sıkıntısı iş araması konusunda evinde kaldığı kişi tarafından kendisine yapılan ve beşinci aydan itibaren gittikçe artan baskıdır.durumu uzun süre anlayış ve sevecenlikle idare etmiş olmasına karşın, baskı katlanılmayacak bir noktaya gelmiştir.kişi şöyle düşünmektedir: "bu baskı nedeniyle sevdiğimin evinden ayrılmak durumunda kalacak olmam ne büyük talihsizlik" ancak kişi artık hemen hiç konuşmamakta, evinde kalınan kişinin çözümle ilgili çeşitli tekliflerini(ayrı yaşamak seçeneği de dahil) çaresizlik içinde yanıtsız bırakmaktadır.bütünüyle sessizdir.
6) nihayet birinci yılın sonunda, tartışmalı bir geceyarısında evinde kaldığı kişi "ertesi sabah evden erken bir saatte, kendisi uyanmadan ve de bir tatsızlık da çıkmadan ayrılmasını" ister. kişi yine sessiz kalır. ancak ertesi sabah bunu yapamaz, çünkü yanında onüç yaşındaki oğlu vardır. veda edilenden sigara ve yol parası ister, isterken de evinde kaldığı kişiye parmağının ucunu işaret ederek "şu kadarcık bir insanlıktan” bile yoksun olduğunu kızgınlıkla bildirir. evinde kalınan kişi, kişinin onüç yaşındaki oğlunun gözü önünde 100 liralık bir banknotu “al sana insanlık” klişesiyle, bilgelikten oldukça uzak, acemi cinsten hal ve tavırları da gözden kaçmayacak şekilde kişinin suratına fırlatır ve hızla evden çıkar.kişi de eşyalarını ve kendisine verilen armağanları da yanına alarak vakit geçirmeden evden ayrılır. Yüzlük banknot fırlatıldığı yerde(evde) bir daha bulunamaz. ancak kişi ibret olsun diye banknotu tükürüğüyle dış kapıya yapıştırdığını bir mesajla iletmiştir.
7) kişi oğlunun yanında uğradığı bu hakaret karşısında deliye dönmüştür, hayatında hiç bu kadar utandırılmadığını sonradan bir telefon mesajıyla yazar ve bir anda sonsuzlukla dillendirdiği tüm sevgisini yitirir. Evinde kalınan kişinin onun ağzından tek işittiği ise, kişinin oğluna dönerek söylediği şu son sözler olmuştur : “sen bunların hiç birisini görmemiş ol oğlum”

örnek olayı hazırlayan: hukukçu